Türk edebiyatında iz bırakan yazar: Sabahattin Ali
Emekli asker Cihangirli Ali Selahattin Bey ile Eğridereli Hüsniye Hanım'ın oğlu olan Ali, temiz ve sade üslubuyla gerçekçilik anlayışı ve samimi duygularıyla Türk edebiyatında iz bıraktı.
Bulgaristan'da, Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere, şimdiki adıyla Ardino ilçesinde 25 Şubat 1907'de doğan şair ve yazar Ali, ilk eğitimini Üsküdar'daki Füyuzat-ı Osmaniye Mektebi'nde aldı.
I. Dünya Savaşı nedeniyle 1914'te Ali Selahattin Bey yeniden askere alınınca, Ali ailesiyle Çanakkale'ye yerleşti. Usta edebiyatçı,1918'e kadar yaşadığı savaş bölgesinden oldukça etkilendi.
Geçim sıkıntısı ve aile içerisindeki huzursuzluklarla çocukluk dönemini geçiren yazar, eğitimine Çanakkale İbtidai Mektebi'nde devam etti. Okul, savaş nedeniyle öğretmensiz kalarak kapansa da Ali Selahattin Bey ve diğer subayların yardımıyla tekrar açıldı. Türkçe derslerini Ali'nin babası verdi.
Sabahattin Ali, daha sonra devam ettiği Edremit İdadi Mektebi'nden mezun oldu, ardından Balıkesir'deki Muallim Mektebi'ne kaydoldu.
Hikaye ve şiir yazmaya babası teşvik etti
Öğretmen okulundayken babasının teşvikiyle hikaye ve şiir denemelerine başlayan Ali, bir yandan da okul gazetesi çıkardı.
Sabahattin Ali, 3. sınıfta geçtiği İstanbul Muallim Mektebi'ndeki edebiyat öğretmeni Ali Canip Yöntem'in teşvikiyle dergilere hikaye ve şiirler gönderdi.
Okul müsamerelerine de katılan Ali, babasının kalp krizi nedeniyle vefat etmesi üzerine, "Babam İçin" adlı şiiri kaleme aldı. Bu şiir daha sonra Orhan Seyfi Orhon'un yönettiği "Güneş" dergisinde yayınlandı.
İlk büyük dostlukları İstanbul'da öğretmen okulunda öğrenciyken filizlenen Sabahattin Ali'nin, okul arkadaşları arasında, kadim dostu Pertev Naili Boratav ile uzun yıllar mektuplaştığı ve içini döktüğü Ayşe Sıtkı da vardı.
Yazar Ali, 1927'de Muallim Mektebi'ni tamamlayarak Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokuluna öğretmen olarak atandı. Yozgat'ta İstanbul'daki sosyal çevresinin aksine yalnız kalan Ali, kendisini yazmaya ve okumaya verdi.
Öğretmenlik görevinde bir yılı tamamladıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığının yabancı dil öğretmeni ihtiyacı nedeniyle açtığı, yurt dışında dil eğitimi sınavını kazanan Ali, Almanya'ya giderek Potsdam ve Berlin'de eğitim gördü.
Usta edebiyatçı, Alman edebiyatının yanı sıra Rus edebiyatına da yoğunlaşarak, özellikle Ivan Turgenyev, Maksim Gorki ve Knut Hamsun gibi isimlerin eserlerini okudu.
Komünizm söylemlerinde bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı
Yaşadığı tatsız bir olay sebebiyle Almanya'dan Türkiye'ye dönen Ali, bir müddet İstanbul'da Yüksek Muallim Mektebinde, arkadaşlarının yanında, Nihal Atsız, Nihat Sami Banarlı ve Pertev Naili Boratav'la aynı yatakhanede kaldı.
Sabahattin Ali, 1930'da Gazi Enstitüsünde açılan yabancı dil sınavlarına katıldı ve Aydın Ortaokuluna Almanca öğretmeni olarak atandı.
Burada komünizm söylemlerinde bulunduğu gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan yazar, detaylı bir tahkikat yapılması amacıyla tutuklandı.
Aydın Hapishanesi'nde 9 Eylül 1931'e kadar kalan Sabahattin Ali, başından geçenleri, Ayşe Sıtkı İlhan'a yazdığı mektuplarda anlattı. Bu sürede yazar kimliğini geride bırakmayan Ali, daha sonra yazacağı öyküler için de malzeme biriktirdi.
Aydın'da öğretmenliğe başlamadan önce Nazım Hikmet'in çalıştığı "Resimli Ay" dergisine giden yazar, orada hem Zekeriya-Sabiha Sertel çiftiyle hem de Nazım Hikmet'le tanıştı.
Ali'nin ilk hikayesi olan "Bir Orman Hikayesi" eseri de bu dergide yayınladı.
Usta edebiyatçı, beraatinden sonra Konya Ortaokulu'nda Almanca öğretmeni olarak göreve başladı. Konya'daki günlerini, "Bir Skandal" adlı eserinde anlatan yazar, yalnızlığını ve yaşadığı duygu karmaşasını okuruyla paylaştı.
Sabahattin Ali, aşık olduğu Melahat Hanım'a şiirler yazdı ve bu duygularla katıldığı bir toplantıda okuduğu hicviyede, memleketin idaresinde olanlara ima ve tahkirde bulunduğu iddiasıyla yeniden tutuklandı. Bir yıllık mahkumiyeti, temyiz mahkemesinin aleyhinde karar vermesi üzerine 12 aydan 14 aya çıkarıldı.
Cezasının dört ayını Konya Cezaevi'nde geçiren yazar, 6 ayını geçirdiği Sinop Cezaevi'nde, daha sonra bestelenerek unutulmayan şarkılar arasına giren "Aldırma Gönül" ve "Hapishane Şarkısı" adlı eserleri kaleme aldı.
Ali, erken tahliye edilerek 29 Ekim 1933'te cezaevinden çıkınca Milli Eğitim Bakanlığına başvurarak öğretmenlik mesleğine geri dönmek istediğini belirtti.
Öğretmenliğe Ankara 2. Ortaokulu'nda devam eden yazar, 1932'de İstanbul'daki bir yakınının vasıtasıyla tanıştığı Aliye Hanım'la mektuplaşmaya başladı. Aliye Hanım ve Sabahattin Ali, posta yoluyla nişan taktı, 16 Mayıs 1935'te evlendi.
Başarılı edebiyatçı, 1937'de yedek subay olarak askerlik görevini tamamladı, 30 Eylül 1937'de kızı Filiz dünyaya geldi.
"İçimizdeki Şeytan" romanı siyasi tartışmalara neden oldu
İdeal bir eş ve sevecen bir baba olan Ali, kızının doğumunun ardından, bugün hala en çok okunan ve birçok dile çevrilen "Kuyucaklı Yusuf" ile "Kürk Mantolu Madonna" romanlarını kaleme aldı. Politikayla da içli dışlı olan Ali, çeşitli söylemleri dolayısıyla öğretmenlik görevinden tekrar alındı.
Usta edebiyatçı, 1938'de "Çaydanlık" ve "Arap Hayri", 1939'da "Isıtmak İçin" ve "Uyku" hikayelerini, 1940'ta "Selam" ve "Bir Mesleğin Başlangıcı" hikayelerini yazdı. "İçimizdeki Şeytan" romanı 3 Nisan-29 Haziran 1939'da Ulus gazetesinde tefrika edildi. Roman yayınlandıktan sonra pek çok siyasi tartışmaya neden oldu.
Yazar Ali, 1941-1943'te yazdığı "Bir Konferans", "Yeni Dünya", "İki Kadın", "Sulfata" ve "Hasan Boğuldu" adlı hikayelerini "Yeni Dünya" kitabında topladı.
Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğünde memur, Ankara Devlet Konservatuvarında ise çevirmen ve dramaturg olarak da çalışan usta edebiyatçı, Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı bir yazıya karşı dava açtı. Davayı 1944'te kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamayan Ali, duruşmalar sonunda Milli Eğitim Bakanlığınca görevinden alındı.
1945'te gazetecilik yapmaya başladı
İstanbul'da 1945'te gazetecilik yapmaya başlayan Ali, "Tan Gazetesi" olayları sırasında, fıkralar yazdığı "La Turquie" ve "Yeni Dünya" gazeteleri tahrip edilince işsiz kaldı.
Ali'nin yazıları "Yurt ve Dünya", "Yeni Türk" ve "Tercüme" dergisinde okuyucuyla buluştu. Usta yazar, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la siyasal mizah dergisi "Marko Paşa"yı 1946'da çıkardı.
Bu dergiyi, "Malum Paşa", "Merhum Paşa" ve "Öküz Paşa" adlı, yine siyasal içerikli mizah dergileri takip etti.
Yayınlardan birinde "Adalet Koridorlarında" adlı yazısıyla yeniden tutuklanan ve 3 ay hapis yatan Sabahattin Ali, bu dönem İstanbul'da hem maddi hem de manevi yönden zorluklar yaşadı.
Siyasi baskılardan uzak kalamayacağı, hür iradesine dayalı yayın hayatını sürdüremeyeceği fikriyle yurt dışına çıkmak isteyen ancak pasaport yasağından dolayı insan kaçakçılarıyla anlaşarak sınır dışına çıkmayı planlayan yazar, tanıştığı Ali Ertekin'le 31 Mart 1948'de Kırklareli'ne yola çıktı.
Bulgaristan sınırında 16 Haziran 1948'te bir çobanın bulduğu cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğu tespit edildi. Ali Ertekin, daha sonra cinayeti işlediğini itiraf etti.
Ormanda tanınmaz halde bulunan cesedin yazar Ali'ye ait olduğu ve 2 Nisan 1948'de vefat ettiği kayıtlara geçti.
Eşi Aliye Ali, bu duruma ilişkin yaptığı bir açıklamada şunları kaydetmişti:
"Sabahattin iyi yürekli, insanları çok seven biriydi. Senelerden beri daima dama taşı gibi oynanan sanata verdiği emek, polisçe devamlı tedirgin edilmesi sinirlerini yormuş olacaktı ki kaçma teklifi ona cazip gelmişti. Romanlarını rahat bir kafa ile yazabilme düşü, kafasını dinlemek istediği bir yer veya bir memleket aratıyordu ona herhalde."
Sabahattin Ali'nin edebi kişiliği
Şiirlerini hece vezniyle yazan Ali, edebiyat dünyasına şiirleriyle adım attı. Halk şiirinin etkisinin hissedildiği eserlerini kaleme alırken, öykü ve romanlarında olduğu gibi toplumsal gerçekçilik yaklaşımıyla hareket eden Ali, şiire yaklaşımını 1938'de verdiği bir söyleşide, "Bence şiirin eskisi yenisi yoktur. İyi şiir, muhakkak ki insana bir şey ilave eder. Bu şey bazen tez olur, bazen bizim manen daha genişlememizi temin eden bir heyecan olur" ifadeleriyle dile getirmişti.
Şiirlerini yazarken sade bir üslup kullanarak, daha geniş bir okuyucu kitlesi hedefleyen usta edebiyatçı, öykü ve romanlarında toplumsal gerçekçiliği ön planda tutarak, bu doğrultuda konular belirledi ve karakterleri hayatın içinden seçti.
"Benim kanaatimce sanat, insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle muvazzaftır." sözleriyle sanat anlayışını özetleyen Ali, Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerle büyük beğeni topladı.
Unutulmaz yazarın çeviri eserleri de bulunuyor.